Anahtar sözcük: Sevgi...
Artık bütün albenisini yitirmiş, bayağılaşmış ve aşınmış bir sözcük: Sevgi...
Her yerde aynı bıktırıcı sözcük yineleniyor; her yerde hep o sevgi mağdurları, sevgi kırgınları, sevgi yorgunları ve o mağduriyetlerin, kırgınlıkların, yorgunlukların enkazından beslenen sevgi tüccarları, sevgi ihraççıları!
Sevgisiz hayatların sahtekâr sevgileri, her gün -sevgi adına- yeni bir mevziyi daha yaÄŸmalıyorlar... Sevgi adına ıslah ediyorlar, ifÅŸa ediyorlar…
“Öteki”lerin farklılıklarını da “toplum sevgisi” adına, “ahlâk” adına rötuÅŸlayıp, toplumdaki inanç farklılıklarını homojenleÅŸtiriyorlar.
Bu toplumun sevgiye dair fütûrsuz cesareti, benimse korkularım şimdi... Artık her rezilliğin üstünü sevgiden söz ederek örtüyorlar. Artık her kötülüğün ibresinde sevgiyi de vurgulayan bir yan var...
Yıllar önce izlediÄŸim “14 Numara” adlı filmin finalinde, aktristin âşığını bıçaklayan psikomanyak, elindeki kanlı bıçakla genelev sokağında bağıra çağıra koÅŸuyordu:
“Seviyoruz laaannn!”
Hâlâ bu toplumun patolojik sevgileri, bu ülkenin varoşlarından bulvarlarına bir olağan merasim gibi hep aynı uğultuyla yankılanıyor sanki:
“Seviyoruuuuz laaan!”
Anahtar sözcük: Sevgi...
Siyasal Ä°slam, “Allah sevgisi” adına Sıvas’ta çakılan kibriti bile meÅŸru sayabiliyor:
“Ä°slam’a göre yaÅŸanamıyorsa, Ä°slam’a göre ölür ya da öldürürsünüz(!)”
Bankalar müşterilerini, radyo DJ’leri dinleyicilerini, TV spiker ve prodüktörleri izleyicilerini -yüzlerini hiç görmeseler de- çok seviyorlar(!)
Derin devlet, vatandaÅŸ seviyor... Öyle sevgiler var ki, “ıslah” etmek için “infaz” edecek kadar (!) Bazı babalar evlatlarını, komutanlar eratlarını, üstler astlarını; özetle her erk kulunu seviyor: Evire çevire, döve söve...
Bir yerleri rastgele, içindeki “biz”leri ayırt etmeden bombalayanlar, bir “dava sevgisi” kararlılığını mazaret olarak iliÅŸtiriyorlar zalim eylemlerine...
Gazetelerde sık sık sevgi cinayetleri... Fail: “AÅŸkım için yaptım, sevgim için” deyince, maktul olmak adeta bir hak oluyor; katil masum oluyor(!)
“EÅŸkıya” adlı filmde, arkadaşını jandarmaya ihbar edip sevdiÄŸini alan Berfo, “Ne yaptımsa aÅŸkım için yaptım” deyince, izleyicinin kolu kanadı kırılıyor; “hain adam” imgesi, anestezik etkisi olan bu cümleyle altüst oluyor...
Cinayetle sonuçlanan bazı evliliklerde fail, “seviÅŸerek evlenmiÅŸtik, ” diye söze baÅŸlıyor.
Adliye koridorlarında boÅŸanma adayı çiftler, “Biz eskiden birbirimizi çok severdik, ” diye söze baÅŸlayıp, ÅŸimdiyse sevgisizliÄŸini nasıl savunuyorlar.
Taraftarlar, takım sevgileriyle silahlanıp yollara dökülüyorlar...
Anahtar sözcük: Sevgi...
Alkolü seviyorlar; cinnetleri malûm.
Otomobilleri seviyorlar; katliamları malûm.
Vatanı seviyorlar; infazları malûm.
Parayı seviyorlar; “Para için neleri yapıyorlar?” diye sorarak sürdürürsek, bu yazı hiç bitmez. Bu yüzden, “Para için neleri yapmıyorlar?” gibi yanıtsız kalacak bir soruyu yeÄŸleyelim.
Doğayı seviyorlar; çevre yağmacılığı irkiltici boyutlarda. Dünyamızda iklim dengeleri değişiyor, buzullar eriyor, erozyon sürüyor, ozon tabakası mağdur... Ormanları seviyorlar; pikniklere gidiyor, yakıp dönüyorlar.
Çocukları seviyorlar; çalıştırıyor, satıyor, iğfal ediyor ya da sakatlıyorlar...
Hayvanları seviyorlar; gezegenimizde birçok hayvanın nesli tükenmek üzere. İnsanlığın gereksinimleri için her gün dünyada milyonlarca hayvan boğazlanıyor. Etini yiyemediklerinin sütünü içiyor, sütünü içemediklerinin yumurtasını yiyor, hiçbir işlerine yaramayanların ise ya derilerini yüzüyor ya da kafeslere kapatıyorlar. Karada, denizde, havada ne bulurlarsa hınçla avlıyorlar.Bazı hayvanları da ehlileştirerek onları doğalarına yabancılaştırılıyorlar; artık papağanlar uçmaz, köpekler havlamaz, kanaryalar ötmez oluyorlar. İnsanın insanlıktan çıktığı yetmezmiş gibi, hayvanları da hayvanlıktan çıkarmayı bir maharet sayıyorlar.
Ölüleri seviyorlar; körler öldüklerinde “badem gözlü” oluyorlar... Ölülerin ardından mevlüt okutuyor, helva dağıtıyorlar...
Kadınları seviyorlar. BaÅŸlıkla ya da fuhuÅŸla onları bir biçimde satıyorlar. Kadın etinden bir sektör yaratıyorlar. Bazı “manken” orospuların bir geceliÄŸine binlerce dolar ödüyorlar; fakat sevgi onların dünyasında beÅŸ para etmiyor. Kimi “delikanlı”lar fuhuÅŸ sektöründe “pezevenk”, kimi patron, kimileri de “sermaye” oluyorlar.
Bir “cinsel obje”ye indirgenen kadın imgesi, dudakları, göğüsleri, kalçalarıyla reklam, tekstil, hatta otomotiv sektörünün ve medyanın yegâne materyali artık... Kadın eti, cinsel açlıkların da istismarıyla sistemin teminatlarından biri oluyor giderek...
Her kentte, mahallede, sokakta aÅŸkı, zarafeti, mutluluÄŸu hiç tatmamış nice kadın, “godu mu oturtan” adamlar tarafından sevgisizliÄŸin kalplerini kemiren kıskacında intihar boÄŸuntularına terk ediliyorlar...
Analar, yüzlerinde bir çağın matemiyle kayıp evlatlarını soruyorlar.
Hepimizi bir ana doÄŸurdu ve hepimiz mutlaka bir kadını çok sevdik; ama kadınlar, büyük aÅŸklarında da, yaÅŸam ve ekmek kavgalarında da, o çaresiz ve anaç acılarında da –büyük oranıyla- erkek zulmünün saçaklarından kurtulamıyorlar.
Çünkü her kötülüğün ibresinde sevgiyi de vurgulayan bir yan var..
Anahtar sözcük: Sevgi...
Sevgi, artık bir istila mazereti...
Ne çok sevgisiz sevgi; artık sevgisiz sevgi... Ä°ncil’den bir cümleyle, “Bizim sevgimiz ve bütün insanlığın sevgileri...”
Her şeye panzehir sevgiler, kurutulmuş sevgiler, satılık sevgiler... Adı çok telaffuz edilen, ama kendisi pek ortalarda görünmeyen sevgi:
“Bizim sevgimiz ve bütün insanlığın sevgileri.”
Bu “büyük sevgi”lerin pervasız basıncı, geride yaralı kalpler, parçalanmış hayatlar, maÄŸlup insanlar bırakarak ilerliyor; sarsarak, artarak, kırıp dökerek, yok ederek; bayraklarını, inançlarını, uyruklarını ve tüm farklılıklarını birbirlerinin gözüne sokarak seviyorlar.
Seviyorlar iÅŸte! Amansız, acımasız seviyorlar! Sevdiler mi “Allahına kadar” seviyorlar; ölesiye ve öldüresiye...
Tekil, öznel, hakiki sevgilere aşina değiller; bu yüzden sevgilerini hep birlikte, adeta bir toplumsal histeriye dönüştürerek bağıra çağıra duyuruyorlar. Hırsla, hınçla ölüm kokan sevgilerini haykırıyorlar:
“............... mezar olacak!”
Bazen sevgilerine merhametsiz bedduâlar iliştiriyorlar:
“Seni sevmeyen ölsün!”
Yetmiyor, faşizanlaştırıyorlar:
“Ya sev ya terk et!”
Hazır, şablon sevgiler tüketiyor ve hep aidiyet öğeleri içeren sevgilerin özneleri oluyorlar. Ötekilere ise asla bu dayatma sevgileri reddetmek gibi bir şans tanımıyorlar.
Hâlâ bu toplumun sevgileri, bu ülkenin varoşlarından bulvarlarına bir olağan merasim gibi hep aynı uğultuyla yankılanıyor sanki:
“Seviyoruz laaannn!”
Anahtar sözcük: Sevgi, istilanın meÅŸruiyeti; artık bu sözcükten tiksiniyorum! Sarsarak geçiyor bu sevgi, yıkarak, artarak, boÄŸarak! Günbegün meÅŸrulaÅŸan bir “sevgi” bu. Öyle hoyrat ve öyle örseleyici...
Benim için anahtar sözcük bir sahte “sevgi” sözcüğü deÄŸil artık!
Anahtar sözcük: Tiksinti!
Şimdi bir temmuz akşamı, dışarıda güneşin bir güne daha vedasıyla üzerimize kapısı kilitlenen bir cezaevi koğuşunda ter içinde on kişiyiz. Koğuşumuzun kapısının mazgalından, dar pencerelerin demir parmaklıklarından sanki gaipten sesler yankılanıp kulaklarımda uğulduyor; sanki varoşlarından bulvarlarına bütün kentleriyle, kasabalarıyla bir ülke topyekûn üzerime eğilmiş, kaldığım hapishane koğuşuna bağırıyor:
“Seviyoruz laaannn!Seviyoruz laaaaaaaan!”
O an, bir gün yine dışarıda, serviler arasında rüzgârların hafifçe avurtlarımı okşayacağı yıldızı bir yaz gecesi düşüm birden heba oluyor! O an kalbimin sokaklarında kuşlar ölüyor...
Anahtar sözcük “tiksinti” olunca, yüzümü de tiksintiyle buruÅŸturuyorum. Sonra sol cebimdeki kâğıt mendili çıkarıp alnımdaki ter tanelerini boÄŸuntuyla silerek mırıldanıyorum:
“Ben sevmiyorum! Sevmiyorum laaann! Siz de beni sevmeyin! Siz, benim sevdiklerimi sevmeyin! Çünkü imha ediyorsunuz.”
Sonra kalemimi yeniden elime alıp sımsıkı kavrayarak, kırarcasına, bağırırcasına bu yazı mın finaline ekliyorum:
“Kaçalıım sevgili! Kaçalım, bu karanlık ülkede bir ÅŸeyimiz yook bizim...”
YılmazOdabaşı
Saray Kapalı Cezaevi, Temmuz 1999
“Sevginin Herkesten Åžikayeti Var” adlı kitabından.